Ana Sayfa Blog Sayfa 3

Kaş

0

Kaş, dağlardan esen rüzgarlarla kekik kokar. Denizden esen rüzgarlar Meis Adası’ndan sesler getirir limana. Tarih ile her an karşılaşırsınız. Denizi ise dalış tutkunlarının cennetidir. Kaş bir tutkudur.

Antik dönemde Likyalılar tarafından kurulan ve adı Antiphellos olan kentin şimdiki adı Kaş’tır veya Kaş’ın antik dönemdeki adı Antiphellos’tur. “Phellos” Grek dilinde “Taşlı Yer” anlamına gelmektedir. Gerçekten de bu isim Kaş’a çok uymaktadır. Kaş’ın şimdiki yerlileri de ilçelerini şöyle tanımlıyorlar: “Üstü taş, altı deniz, ortası Kaş.”

Dağlardan gelen kültür

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki mübadele ile ilçedeki Rumlar Yunanistan veya Adalar’a gidince köylerdeki Türkmenler mesken tutmuş Kaş’ı. Dağlardan getirdikleri kültürü deniz kenarında da sürdüren şimdinin Kaşlılar’ı, yabancıları yadırgamayan, sakin ve dışa vurmadıkları sıcaklıklarıyla turizm sayesinde, tahmin etmedikleri bir biçimde dünyaya açıldılar.

Kaş’a giriş

Kaş’a Antalya’dan karayolu ile gelenler önce kızılçam, karaçam, ardıç ve sedir ormanlarının kokuları ile sarhoş olurlar. Aracınız Bakacak Tepesi’ne geldiğinde nefes kesen bir manzara ile karşılaşırsınız. Alabildiğine masmavi bir deniz gözlerinize dolar. Hiç denize ulaşılamayacakmış gibi kıvrıla kıvrıla inilen yoldan girilen Kaş, bir kasaba görünümündedir; küçük ve şirin.

Her türlü konaklama imkanı sunan Kaş, bahçeleri sardunya, fesleğen, begonvil çiçekleriyle süslü küçük pansiyonlar, oteller, motellerle doludur.

Hemen karşısındaki Meis Adası o kadar yakındır ki, denizden esen sabah rüzgarları bazen horoz seslerini getirir limana. Yunanistan ana karasına uzak olduğu için Meis Adası’nın birçok ihtiyacı da Kaş’tan karşılanır balıkçı motorlarıyla…

Havası kekik kokar

Dağdan gelen rüzgarlarla kekik kekik kokan, nem miktarı çok düşük, oksijen miktarı çok yüksek havası bir hoş eder misafirlerini Kaş’ın. Limana bakan küçük meydanındaki çeşmenin başında muhakkak bir İtalyan turistini görürsünüz çamaşırlarını yıkarken. Denize bakan dizi dizi dükkanları hediyelik eşya almak isteyenlerin ihtiyacını fazlasıyla karşılayacak zenginliktedir. Akşamları, daha çok genç turistlerin tercih ettiği “lokantalar sokağı” tıklım tıklımdır. Daha sakin ortamda yemek yemek isteyenler ise kıyıdaki balık lokantalarında yerlerini alır rengarenk, tiril tiril akşam kıyafetleriyle. Yemekler yenildikten, günün maceraları anlatıldıktan sonra limana çıkılır. Kimileri kahvelerde sürdürür yemek sonrası konuşmalarını, kimileri ise mendirekte denizin akşam kokusuna bırakır bedenlerini Communist Bulgaria Tour.

Sabahı bir başkadır

Sabahı bir başkadır Kaş’ın. Evleri ilçede olanlar ve lokantacılar limanda kurulan balık borsasına katılır; denizin bereketi paylaşılır açık artırma ile. En keyifli kahvaltılar pansiyon, otel, motel bahçeleriyle limandaki kahvelerde yapılır. Kahvaltı sonrası denize girmek isteyenler Kaş’ın kayalıklarındaki yerlerini alır. Bergama Bir kısmıysa koyların yolunu tutar. Kekova, Kale, Üçağız gibi antik bölgelere tur yapan motorlar dolar, taşar… Bir kez gelen tatilci için tutkuya dönüşen Kaş’ın merkezinden birdenbire tarihin derinliklerine seyahat edilir.

Dalaman’da baraj

0

Marmaris’te faaliyet gösteren Alternatif Turizm’in sahibi Vedat Vural ise Dalaman Çayı’ndan kötü haberler veriyor. Marmaris, Fethiye, Bodrum gibi önemli turizm merkezlerine yakın rafting yapılabilecek tek nehrin Dalaman Çayı olduğunu, ancak bu nehir üzerinde yapımı süren Akköprü Barajı ile buradaki 3 rafting etabından 2’sinin sular altında kalacağını söylüyor. Türkiye’de rafting sporunu ilk icra edenlerden olan ve bir spor olarak gelişimine katkıları bulunan Vural, “Bu baraj inşaatı nasıl bir fizibilite raporu ile başlatılmış olmalı ki, Türkiye’ye her yıl 18 milyar dolar döviz getiren turizm sektörünün en önemli bölgelerinden birinde o sektörün temel kozlarından birini elinden alabiliyor?” diye soruyor.

Gerçekten de Köyceğiz İlçesi’nin 24 km doğusunda 1996 yılında inşaatı başlatılan ve halen dolgusunun yarısının tamamlanabildiği Akköprü Barajı’nın yol açtığı çevre felaketleri, çevrecilerin ve ilgili meslek kuruluşlarının gündeminde. Jeoloji Mühendisleri Odası’nın 2004 yılında düzenlediği bir forum da oda adına konuşan Dr. Eşref Atabey, barajın inşaatında çekirdekli kaya dolgusu tercih edildiğini, bölgede milyonlarca yıl içinde oluşan çok verimli tarım arazilerinin topraklarının kil dolgusu olarak kullanıldığını aktarıyor. Ekonomik yıllık yaklaşık 32 milyon dolar olan ve bu yılki Türkiye elektrik enerjisi talebinin binde 2’sine denk gelen 343 kwh elektrik üretecek bir baraj sadece bölgenin tek rafting merkezine değil aynı zamanda, esas hedeflerinden biri olan tarıma bile zarar veriyorsa, bu barajın yapılma nedenlerinin bir kez daha sorgulanması gerektiği ortaya çıkıyor. Kaldı ki, bugün 20 bin yabancı raftingcinin geldiği Dalaman Çayı doğru bir doğa sporları merkezi projesi ile 150 bin yabancı raftingciyi çekmeye başlasa ki Dalaman Çayı için mütevazı bir rakamdır ve yıllık getirisi 50 milyon doları rahatlıkla aşacaktır private tours bulgaria.

Yusufeli sular altına

Dünyanın en iyi rafting parkurlarından biri kabul edilen ve her yıl yaklaşık 12 bin raftingcinin gelerek heyecan aradığı Çoruh Nehri’nde de baraj inşaatlarının neticesinde rafting. yapmak imkânsız hale gelecek. Rafting sporunun Türkiye’deki önemli merkezlerinden biri haline gelmiş olan Yusufeli ilçesi de sular altına gömülecek. 410 kilometresi Türkiye’de olmak üzere 431 kilometre uzunluğundaki Çoruh Nehri Türkiye’nin ve dünyanın en hızlı akan 10. nehri. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Çoruh üzerinde 10 ve yan kolları üzerinde de 17 Baraj ve Nehir tipi H.E.S. Tesislerinin inşaatını planlamış durumda. Bu projelerden Muratlı Barajı ve H.E.S. Tesisleri inşaatı tamamlanarak hizmete girmiş durumda Rafting.

Borçka ve Deriner Barajları’nın inşaatlarına devam ediliyor. En önemli rafting merkezlerimizden birisi durumundaki Yusufeli İlçesi’ni sular altında bırakacak olan Yusufeli Barajı’nın yapımı hakkındaki Bakanlar Kurulu Kararı geçen yıl (2005) Danıştay tarafından iptal edilmişti. Ancak, bu yıl temyizden onay çıkınca baraj inşaatının önünde engel kalmadı. Bayram ve Bağlık Barajları’nın inşaatları da planlama aşamasında. Doğa Derneği’nin anlatımına göre, Çoruh Nehri üzerine yapılacak olan baraj, toplam 133 canlı türü için uluslararası öneme sahip olan Çoruh Vadisi’nin 5535 hektarlık bir alanını su altında bırakacak.

Çoruh Vadisi’nin içinde bulunan diğer bir proje olan Güllübağ Projesi, vadinin yaklaşık 2200 hektarlık alanını su altında bırakırken, nesli tehlike altında olan iki endemik bitkinin de (Campanula Choruhensis ve Erysimum Leptocarpum) yok olmasına neden olacak. Diğer yandan, Hükümet bu havzada yapımı planlanan 27 tesisten yılda 10,3 milyar kwh yıllık enerji üretimi gerçekleştirileceğini, bu rakamın Türkiye’de üretilen toplam enerjinin yüzde 7’si, hidroelektrik enerjinin ise yüzde 22’sine denk olduğunu; ayrıca Çoruh Nehri’nin, yılda 5,8 milyon metreküp rusubat taşıdığı için, bu havzanın Türkiye’de en fazla erozyona maruz kalan havzalarından biri olduğunu ileri sürerek projeyi savunuyor.

Rafting

0

Hergün bir konaktan göçmek, Akarsu gibi donakalmamak gerek» Dün geçti gitti.

Dün gibi, dünün sözü de geçti. Bugün yepyeni bir söz söylemek gereı

Evlana

Türkiye destinasyonu bir yandan renklenirken, diğer yandan katma değeri yükselmiş oluyor. Rafting sporunun cazibesi paket turlarla Türkiye’ye gelen turistlerin bir kısmını tesis dışına çıkmaya ikna ediyor. Ülkenin sahil dışındaki daha derin kısımlarının turistlerce keşfedilmesine yardımcı oluyor.

Bu spor dalında popüler olmuş akarsularımızın kıyılarındaki pek çok köy ve ilçe bu spordan gelir elde ediyor ve turizm denen olguyla bu spor sayesinde tanışıyor. Ayrıca, Çoruh gibi özel nehirlerimiz de bu sporu yapan daha maceracı ve ilgili kesimden oluşan bir niş pazarın rafting önceliğiyle Türkiye’ye gelmesini sağlıyor ve Türkiye’nin o pazara açılan kapısı olabiliyor tour bulgaria.

Rafting de sorunlar

Turizm ürününü renklendirerek turizmde rakiplere karşı önemli bir koz sağlayan bu spor dalının icra edildiği ülkemizdeki önemli parkurlar, baraj inşaatlarıyla yok olmak üzere. Diğer yandan kaçak turlardan kaynaklanan haksız rekabet bu alanda uzman seyahat acentalarını zor duruma sokuyor.

Kaçak turlar rafting sporundan elde edilebilecek gelirin minimum düzeyde kalmasına, bu hassas sporda verilen hizmet kalitesinin düşmesine neden olabiliyor. Antalya’da rafting alanında uzman seyahat acentalarından Trans Nature’ün sahibi Recep Ecer’in tahminlerine göre, Köprülü Kanyon’da rafting yapan 500 bine yakın kişinin neredeyse yarısı, bilmeden kaçak turları tercih ediyor. Türkiye’de rafting sporunun gelişmesinde emeği geçen ve 1990’ların başında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın uzmanı olarak çalışan Ecer, kaçak turların tehlikeli boyutuna da dikkat çekiyor ayrıca denetimsiz ve eğitimsiz rehberler eşliğinde bu sporun icrasının büyük problemler yaratabileceğini vurguluyor.

Merkezlerin yönetilmesi gerekiyor

Antalya Milli Parklar Şube Müdürü Recep Koşan’a Köprülü Kanyon Milli Parkı’nın nasıl yönetildiğini sorduğumuzda, “Bizim şu anda orada bir varlığımız yok.” yanıtını alıyoruz. Bununla beraber Koşan, Parkla ilgili

olarak bir planlama çalışması içinde olduklarını ve bu çalışmaların 2007 yılı sonunda bitirilmesinin hedeflendiğini anlatıyor. Bu çalışmalar dahilinde park girişine kapı ve gişe konması da bulunuyor. Koşan, parktaki en büyük sorunun raftingcilere hizmet vermek üzere yapılmış ruhsatsız binalar olduğunu söylüyor ve bu kaçak yapılaşmayla ilgili yasal yollara başvurduklarını anlatıyor.

Antalya’dan bir rafting uzmanı acenta olan Medraft’ın rafting operasyonları yetkilisi Deniz Yaşar’a Milli Park’ın girişinde ücret alınması konusundaki yorumunu sorduğumuzda, “Böyle bir gelişme zaten rekabetin çok yoğun olduğu ve minimum kârlarla çalışılan sektörde işi hepten çıkmaza sokar Hamdım piştim yandım.

Bu maliyetin müşteriye yansıtılması imkânsız” diyor. Nitekim, bu konuda görüşlerini sorduğumuz diğer seyahat acentaları da aynı görüşü paylaşıyorlar. Onlara göre, kaçak turlarla mücadele en öncelikli sorun.

Bu konu güvenlik güçlerinin eşliğinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ciddi bir mücadelesi ile çözülebilir.

Milli Parka giriş sınırlandırılmalı ve sadece seyahat acentaları alınmalı. Ancak, bundan sonra giriş aidatı gibi konular masaya yatırılabilir. Seyahat acentası yetkilileri buradaki kaçak binaların yıkılmasının da bir çözüm olmayacağını, çünkü bu yapıların önemli bir kısmının raftingcilerin temel ihtiyaçlarını karşılayan yapılar olduğunu belirtiyor ve yıkmak yerine bunların elden geçirilip yasal zemine kavuşturulmasının daha mantıklı olacağını savunuyorlar.

Hamdım piştim yandım

0

Yaşamını “Hamdım, piştim, yandım” sözleri ile özetleye Mevlâna, 17 Aralık 1273 Pazar günü yaşama veda etti.

Mevlâna ölümü “yeniden doğuş” olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine, Allah’ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gece manasına gelen “Şeb-i Arûz” diyordu ve dostlarına ölümümün ardından ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.

Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde arama! Bilge kişilerin gönülleridir mezarımız bizim.

Yalnız bir İslam mistiği değil aynı zamanda büyük bir şa ve yazar olarak bilinen Mevlâna Celaleddin anadili Türkçe olmakla birlikte eserlerini Farsça olarak yazdı. Bunu sebebi ise o dönemde fazla gelişmemiş olan Türkçe’ni Mevlâna’nın duygu ve düşüncelerini istediği gibi ifade etmesine imkan vermemesiydi private bulgaria tours.

66 yaşında ölen Mevlâna, arkasında yetiştirdiği öğrenci ve müridlerinin yanı sıra pek çok eser de bıraktı.

Mesnevi her ne kadar klasik doğu şiirinin bir türü ise de, “Mesnevi” denildiği zaman akla “Mevlâna’nın Mesnevi’si” gelir. Mevlâna’nın gerek İslam aleminde, gerekse batıda en çok okunan eseri Mesnevidir. İlk 18 beyitini bizzat kendisinin yazdığı eser, müridi Hüsameddin Çelebi’nin ısrarlarıyla tamamlanmıştı. Bazı kaynaklara göre 25 bin bazılarına göre ise 26 binden fazla beyitten oluşan bu eser, içiçe girmiş öyküler ve olaylardan oluşur. Bazı kaynaklar Kuran’dan ve hadislerden sonra “üçüncü kitap” olduğunu ileri sürerler. Mevlâna ve Mesnevisi için söylenen “O bir peygamber değildi ama yine de bir kitap bıraktı” sözü Mevlâna’nın sanatının ve düşüncesinin büyüklüğünü gösterir Dalaman’da baraj.

Divan-ı Kebîr (Büyük Defter)

Mevlana’nın en büyük eseri tüm ömrü boyunca gazel ve rübai tarzında yazdığı şiirlerden oluşan Divan-ı Kebîr olarak bilinir. Divan’da 21 binden fazla gazel ve 4 bine yakını rübai olmak üzere 25 bin beyit yer alır. Gazel ve rüba ilerinde sonsuz bir lirizmle tasavvufi aşkını anlatır. Ustanın diğer önemli eserleri arasında Fih-i Mâ Fih (Ne varsa için-dedir), Mektubat ve Mecalis-i Seb’â sayılabilir. Şiiri amaç değil, fikirlerini söylemede bir araç olarak kabul eden Mevlâna, Yedi Meclisi’nde şerh ettiği hadisleri şu konulara ayırmıştı:

Doğru yoldan ayrılmış toplumların hangi yolla kurtulacağı, Suçtan kurtuluş, akıl yolu ile gafletten uyanış, inançtaki kudret, tövbe edip doğru yolu bulanların Allah’ın sevgili kulu olacakları. Bilginin değeri, gaflete dalış ve aklın önemi.

Mevlana’nın ölümünün ardından gerek Selçuklu Devleti gerekse Konya halkı onun manevi kişiliğinin devamını onun en gözde müridi Flüsameddin Çelebi de buldular. Çelebi’nin gerek saygın kişiliği gerekse Mesnevi’ye yakın-lığı bu büyük onura layık görülmesinde büyük rol oynadı.

Müzik ve dans…

Ruhun yücelmesine ve Tanrıyla buluşmasına yardımcı olan dansa Mevlâna Celâleddin Rumi ruhsal yücelme anlarında yönelmişti.

Konya sokaklarında yürürken altın döven kuyumcunun çekiç tıkırtısını duyduğunda dans etmeye başlamış ve bu olağanüstü dönüşler bugünkü semâ törenlerini doğur-muştu. Kendisinin de kitaraya benzeyen rebab denilen bir müzik aletini çaldığı bilinir. Semâ dansı ilk kez Mevlâna’nın doğumundan ikiyüzyıl kadar önce Bağdat’da görür.

Büyük şair Mevlana’nın ‘ilahi aşk’a olan aşkı, semâ adı verilen ve Mevlevi dervişleri tarafından yüzyıllardır uygulanan dansın doğmasına neden olmuştu…

Camlı Köşk

0

Osmanlı İmparatorluğu’nun Batılılaşma çizgisinin en önemli eserlerinden Dolmabahçe Sarayı, bir nehir gibi akan İstanbul Boğazı’nın kıyısında, mermerin dantel gibi işlendiği güzellik ve ihtişamı ile karşımıza çıkıyor. 19. yüzyıl Osmanlı siyaseti ve hanedan yaşamının izlerini taşıyan Dolmabahçe Sarayı, en önemli kültürel miraslarımızdan biri. Cumhuriyet’in ilan edilmesi, hanedanın sona erdirilmesiyle Dolmabahçe Sarayı, bir büyük insanı; Mustafa Kemal Atatürk’ü yaşamının sonuna kadar konuk etmesiyle de ünlüdür. İstanbul turizminin önemli noktalarından biri olan ve imparatorluğun son dönemlerinde yapılan bu zarif saray, İstanbul’un hâlâ ‘en vazgeçilmez’ değerlerinden biridir…

Değişen tören mekanları

İstanbul’a ‘törenler şehrin de denilirdi bir zamanlar, imparatorluğun ve padişahın gücünü de simgeleyen törenler için şehrin vazgeçilmez yerleri vardı; Topkapı Sarayı, Sultanahmet gibi… Hanedanın Topkapı Sarayı’nı terk etmesiyle birlikte İstanbul’da törenlerin de haritası değişti. Sultan Abdülmecid tarafından 1843-1856 yılları arasında inşa ettirilen Dolmabahçe Sarayı, İstanbul’un yeni tören merkezi oldu. Eserin en önemli bölümlerinden biri olan Camlı Köşk de sultanın ordusunu selamladığı bir mekandı. İçindeki değerli eşyalarla Camlı Köşk, uzun bir sessizlikten sonra sarayın gezilebilir köşelerinden biri oldu ve aslına uygun restore edilerek bir süre önce misafirlerinin ziyaretine açıldı holidays bulgaria.

Alay Köşkü

Padişahın gerek ordu alayını gerekse halkı selamlamak için yaptırdığı Camlı Köşk; Alay Köşkü, yani Osmanlı tören geleneğinin Dolmabahçe Sarayı’ndaki örneğidir. Ampir üsluplu, kompozit sütunlar üzerine oturan ve bir çıkmayla saray duvarının dışına taşan Camlı Köşk, ordu komutanlarının da padişah tarafından huzura kabul edildiği bir mekandır.

Köşk, cam dünyasının pırıltısıyla göz kamaştırıyor. Tavanındaki işlemeleri, barok stilindeki şöminesi ile Harem’deki Kırmızı Oda’ya benzeyen yapının en değerli mobilyaları arasında Fransız yapımı kristal ayaklı bir piyano, sandalye ve muhteşem kristal lambalar bulunuyor.

Saray içinde bağlantılar

Mabeyn ve Muayede Salonu’nu birbirinden ayıran bahçe duvarının içinden geçen uzun ve çift katlı bir koridorla padişahın Hususi Dairesi’ne bağlanan Camlı Köşk, Osmanlı’nın Batı izlerini taşıyan mimarlık çizgisinin köşe taşlarından sayılır.

Camlı Köşk

Köşk’e bağlantılı olan, bir cephesi Kuşluk Bahçesi’ne, diğer cephesi caddeye bakan demir konstrüksiyonlu “cam sera”, yapının “Camlı Köşk” adını almasını sağlamış. Mekanın ortasında muhteşem kristal fıskiyeli bir havuz ve köşkün içindeki şömineyle sırt sırta duran bir şömine daha bulunuyor.

O yıllarda Batı’da gelişen teknolojinin ürünü dökme demir ve cam, yapıda bir arada kullanılmış. Özellikle üzeri rengarenk kristallerle süslenmiş kuş figürlü dökme lambalar, köşke bir başka güzellik katıyor Kaleici Üç bin ev.

Ziyaretçilere hazır

Camlı Köşk” estetik ve ihtişamın uyumlu birleşimi olarak, İstanbul turizmi içinde yerini aldı. 25 Eylül 2003 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi (T.B.M.M.) Başkanı Bülent Arınç’ın katıldığı açılış ile yıllar sonra kapılarını açan “Camlı Köşk” ziyaretçilerini kabul etmeye başladı.

Ereğli Uzun Mehmet’in Memleketi

0

Ankara’ya 300, İstanbul’a 280 kilometre ve yaklaşık dörder saat mesafedeki, İstanbul gibi yedi tepe üzerine kurulu Zonguldak- Ereğli, alışılagelmişin dışında geziler arayanlar için çok uygun seçenekler sunan bir kent.

Tarihi boyunca birkaç uygarlığı yaşayan ve hep önemli bir kıyı kenti olma özelliğini sürdüren Ereğli, bunları biraz da Batı Karadeniz’in tek doğal limanına sahip olmasına borçlu. Önce taşkömürü, daha sonra Erdemir ile birlikte anılıp ağır sanayi merkezi haline gelen ve bağlı olduğu Zonguldak’a 42 kilometre mesafedeki kent, son yıllarda giderek renklenen festivalleri ve turizm çabalarıyla da dikkatleri üzerinde topluyor.

Ereğli’nin geçmişi

1990’lı yıllarda Ereğli’de bulunan bazı tarihi eser kalıntıları, kentin tarihinin MÖ 2500 yıllarındaki yerleşmelerle başladığını ortaya koyuyor. Halen sürdürülmekte olan bilimsel çalışmalar, Ereğli’nin geçmişi üzerine antik çağ tarihçi ve coğrafyacılarının birbirine karışmış olan efsanevi kuruluş öykülerine bir açıklık getirecek gibi görünüyorsa da, söylencelere değinmekte yarar var. Ereğli’nin adını Yunan mitolojisinde güç simgesi olan yarı tanrı Herakles (Her- kül)’ten aldığı sanılıyor tailor-made bulgaria tours.

Efsaneye göre MÖ 1300’de 55 kürekli Argo gemisiyle, bir zamanlar Athamas’ın çocukları Phriksos ile Helle’yi sırtına alıp Yunanistan’dan Karadeniz’deki Kolkhis ülkesine kaçıran “Altın Post”lu koçu aramak üzere yola çıkan Argonautlar (Argo Gemicileri), Ereğli’ye de uğrarlar. Bu arada Herakles, Cehennem Mağarasında Hades’in yeraltı ülkesine inerek üç başlı cehennem köpeği olan Kerberos’u etkisiz hale getirir ve kentin koruyucusu olur. O sıralarda Mariandynia (Ana Tanrıça Maya tapan halkın yurdu anlamında) adıyla bilinen kentin ilk yerlileri olan Mariandynler de kendilerini Bithynia baskısından kurtaran Herakles’e şükran borcu olarak kente “Herakleia” adını verirler. Bu isim zamanla “Metropolis”, “Herakleia Pontika”, “Irakliye”, “Eribolum”, “İribolum”, “Punderekli”, “L’Araclee”, “Bendereğli” ve sonunda Ereğli’ye dönüşür.

Türkiye’de “Ereğli” adıyla bilinen, Marmara Ereğli (Herakleia Perinthus) ve Konya Ereğli (Herakleia Kybistra) başta olmak üzere 12 kent (dünyada ise 48 yer) bulunduğundan, bizim yazımızın konusu olan kent “Karadeniz Ereğli” adıyla da anılır Çatalhöyük İstanbul’da.

MÖ 550’lerde Yunanistan’dan geldikleri düşünülen Megarlar ve Boetyalılar Mariandynia’ya yerleşerek burayı bir Yunan kolonisi haline getirirler. Sonraki yıllarda Galatia ve Bithynia yağmalamalarının ardından MÖ 187’de Herakleia ile Roma arasında bir anlaşma imzalanıp Roma dönemi başlar. Roma İmparatorluğunun 395 yılında ikiye bölünmesinin ardından da Ereğli, Bizans hakimiyetine geçer. Ereğli’nin 1397’de Selçuklu hükümdarı Gazi Çelebi tarafından alınmakla birlikte, bu hükümranlığın uzun ömürlü olamadığına, 1350’de İsfendiyaroğulları tarafından ele geçirildiğine, nihayet Yıldırım Bayezid’in oğlu Süleyman Çelebinin Bizans imparatoru II. Manuel’den şehri satın aldığına ilişkin çelişkili bilgiler bulunmaktadır.

1829’dan Cumhuriyet’e uzanan dönem

Ereğli’nin Kestaneci Köyünden Uzun Mehmet, 1829 yılında yaptığı bir gezinti sırasında taş kömürünü bulur. Sarayın haberdar edilmesinden sonra, 1848 yılında Abdülmecit zamanında kömür ocakları işletmeye açılır. Hemen beş yıl sonra 1853’teki Kırım Savaşı sırasında, ocakların işletme hakkının üzerine İngiltere ve Fransa konar.

1880’lerde Osmanlı’nın ilk belediye örgütlerinden biri Ereğli’de kurulur. Milli Mücadele sırasında hareketlenen Ereğli, 8 Haziran 1920’de Fransızlar tarafından işgal edilir. Ancak işgalci birlikler arasındaki anlaşmazlıklar ve halkın büyük direniş göstermesi karşısında Fransızlar çok kısa bir zaman içinde, 19 Haziran 1920’de, Ereğli’yi boşaltmak zorunda kalırlar. Kurtuluş Savaşı sürerken bir grup vatansever tarafından, 23 Ocak 1921’de İstanbul’dan kaçırılan Alemdar gemisinin bir Fransız gambotu ile yaptığı mücadele, bu savaşın tek deniz çarpışması olarak tarihteki yerini alır.

Ve Erdemir

1960’larda küçük bir kıyı kasabası olan Ereğli, 15 Mayıs 1965’te Erdemir (Ereğli Demir Çelik Fabrikası)’in işletime açılmasıyla birlikte, sanayi kenti olma yolunda bir kimlik değişimine uğruyor.

Bugün Ereğli’nin 100 bini aşan nüfusunun yaklaşık 30 bini Erdemir çalışanları ile yakınlarından oluşuyor. Kuruluşunda 470 bin ton olarak belirlenen çelik üretim kapasitesini 3.5 milyon tona çıkaran ve son yılların özelleştirme politikalarıyla adı daha da sık anılan Erdemir, Türki-ye’nin en büyük demir çelik kuruluşu ve tek entegre yassı çelik üreticisi. Gerek ülke ekonomisi, gerekse Ereğli ve çevresi için yaşamsal önemi olan Erdemir; birçok büyük kentin bile sahip olmadığı, Türkiye basketbol ve voleybol liglerinde her zaman iddialı olan Erdemirspor bayan ve erkek takımları, spor salonları ve yüzme havuzlarıyla spor alanında; sinema ve toplantı salonları, lojman yaşamı, kreş, plaj ve diğer tesisleriyle de sosyal ve kültürel alanda birçok kente öncülük ederek imrenilecek bir örnek oluşturuyor.

İklimi ve Sahil Parkı

Ereğli, ılıman bir Karadeniz iklimine sahip. Her ne kadar Ereğli Belediyesi, Sahil Parkı’nın du-varlarında kenti “Güneşin sarısının, denizin mavisinin ve ormanın yeşilinin birleştiği yer” olarak tanımlıyorsa da yazları çok sıcak olmayan, kışlan ise yumuşak geçen Ereğli’ye yapacağınız küçük kaçamak geziler için yaz günlerini seçmeniz, kapalı havayı benimseyebilmeniz ya da şans ibresinin sizden yana olması gerekiyor. Balıkçı barınaklarından Erdemir Tesisleri’ne kadar uzanan park ve sahil yolu son derece düzenli, bakımlı ve temiz.

Zemini kilit taşlan ve desenli yer karolarıyla özenle bezenmiş birkaç kilometre uzunluğundaki parkta, yayalar ve bisikletliler için ayrı yollar, oturma grupları, Yaman Civanın heykelleri, oturmalı yeme-içme büfeleri, el işi eşyaların satıldığı kulübeler, bodur ve ulu ağaçlarla türlü yeşillikler birbirine karışmış. Bu büyüye kapıldığınızda kendinizi, parkı bir uçtan diğerine birkaç kez dolaşmış buluyorsunuz. Parka bambaşka bir hava katan bir başka köşede, İstanbul’un fethinden sonra Fatih’in fermanıyla dikildiği söylenen, tescilli ve koruma altında olan beş yüz ellişer yıllık sekiz adet ulu çınar var. Tarihi çınarların etrafının son yıllarda temizlenip gerekli çevre düzenlemelerinin yapılmasıyla, Ereğli’nin en beğenilen dinlenme alanlarından biri oluşturulmuş. Parkın karşı kaldırımındaki caminin bitişiğinde, geceleri geç saatlere kadar açık olan Ezgi Kitabevi ile sabahları çok erken açılan Güverte Çorbacısı, parkı renklendiriyor.

Yöre mutfağı, lezzet durakları ve balıkçı barınağı

Ereğli mutfağının mısır keşkeği, malay, sirkeli köfte, yağlı hoşaf, pervaza, kabak gözleme, yumurta dolması, tırnaklı pide, kabak tatlısı, incir dolması, unlu gulu gulu, pençüyüs, katlaç, hodan, kirli ayşe ve kiremitte palamut gibi yöresel yemekleri olduğu biliniyor. Bunların bazıları 18 Haziran Parkındaki Paşam (Tel: 0372 322 16 52), Sultan Makamı (Tel: 316 96 99) ve Herakleia (Tel: 322 41 48) gibi restoranlarda, Belediye Plajı içindeki Musa’nın Yeri (Tel: 365 90 94)’nde bulunabiliyor.

Ağa Camii’nin altındaki 41 yıllık hatırıyla Kebapçı Hafız (Tel: 316 17 79), Devrim Caddesi’ndeki İstanbul Pastanesi (Tel: 322 76 35) ve yu-karıda sözünü ettiğimiz çorba ağırlıklı Güverte Lokantası, saptaya-bildiğimiz diğer lezzet durakları. Biz bunca balıkçının ve balıkçı barınağının olduğu yerde, balığın da en tazesiyle lezzetlisinin olacağı inancıyla, limana giden yol üzerindeki balıkçı barınaklarının küçük balıkçılarını seçiyor ve yanılmıyoruz. Engin, Yaren, Poyraz ya da diğer balıkçı dükkânlarının hepsi birbirinden farksız. Alt kattaki tablalarda istediğiniz balıkları ya da midye, kalamar, karides, lakerda gibi diğer deniz mahlukatmı ayırtıp hava durumuna göre ya üst kattaki minik sığmağı ya da olağanüstü liman manzaralı açık hava masalarını seçiyorsunuz. Ayırttırdıklarımız birazdan, o güzel salatanın eşliğinde ve pişmiş olarak masanızda. Lezzetler harika, fiyatlar uygun.

Çatalhöyük İstanbul’da

0

Çatalhöyük’ün büyüsünü yaşamak için ille de Kon- * yaya, Çatalhöyük’e gitmeniz gerekmiyor. İstanbul’un göbeğinde, Beyoğlu’nda bulunan Yapı Kredi Kültür Merkezi Vedat Nedim Tör Müzesi ve Sermet Çifter Salonunda açılan “Topraktan Sonsuzluğa Çatalhöyük” başlıklı sergi sayesinde 9 bin yıllık tarih ayağınıza geldi. 1993’ten beri Çatalhöyük kazı başkanlığını yürüten İngiliz arkeolog Prof. lan Hodder’m da aralarında bulunduğu kalabalık bir ekip tarafından aylar süren bir çalışma sonucu hayata geçirilen sergide, neolitik çağ insanlarını konu alan birbirinden ilginç 288 parça yer alıyor. “Topraktan Sonsuzluğa Çatalhöyük” sergisi, Çatalhöyük’teki yaşam hakkında bütün ince detaylar gözetilerek hazırlanmış ve izleyicilerin de farklı bir deneyim yaşamaları, bunun bir parçası olmaları sağlanmış private balkan trip.

Çatalhöyük’teki yaşam alanlarını gösteren kerpiç evlerle başlayan sergi, iç mekânlardan bölümler halinde kurgulanıyor. İşlik denilen yemek pişirilen, ısınılan ocak bölümünde kap kacak ve o zamanın en belirgin objeleri olan kil topları bulunuyor. Nitekim araştırmalar gösteriyor ki, Çatalhöyük’te de yüksek duvarlarla birbirine bitişik an kovanı gibi örülen ve ihtiyaç duyulduğunda yenisi eklenen bu evlerin damları, toplumsal yaşam alanları olarak önem kazanıyor. Hiçbir madenin bulunmadığı bölgede, Orta ve Doğu Anadolu’nun volkanik dağlarından getirilen obsidyenler (doğal cam), avlanmak için kullanılan ok, mızrak ucu başta olmak üzere hayatın her alanında kullanılan malzemeler de sergide yer alıyor Çatalhöyük.

Kadın figürleri ise 9 bin yıl öncesinin kadın imgesine bir başka boyut getiriyor. Serginin bir sürprizi de 3 Haziranda başlanan kazı çalışmalarının Sermet Çifter Salonunda izleyicilerle paylaşılıyor i olması. 1960’larda yaptığı kazılarla Çatalhöyük’ü keşfeden James Mellaart’m koleksiyonunda yer alan duvar resimlerinin orijinal boyutlardaki suluboya kopyaları yine bu salonda sergileniyor. Aynı salonda ayrıca çocuklar için oyun-eğitim atölyesi kurulu. Atölyede çocukların yaptığı çalışmalar yerinde sergileniyor. “Topraktan Sonsuzluğa Çatalhöyük” 20 Ağustosa kadar Yapı Kredi Kültür Merkezi, Vedat Nedim Tör Müzesi ve Sermet Çifter Salonunda.

Çatalhöyük

0

Anadolu’nun 9 Bin Yıllık Sahipleri

Türkiye’nin orta bölgesinde, 21 metre yükseklikteki Çatalhöyük tepesinin üzerinde her yürüyüşümde heyecandan tüylerim ürperir.” Çatalhöyük kazı başkanı Ian Hodder’ın bu sözleri, Çatalhöyük’e ayak basan herkesin duygularına tercüman olmaya yetiyor. Arkeolog James Mellaart’ın 1958’de yaptığı araştırmalar sırasında Konya’nın Çumra ilçesinin 10 km. doğusunda bulunan Çatalhöyük’ün varlığını belirlemesi, insanlık tarihinde yepyeni bir sayfa açacak kadar önemliydi.

Çatalhöyüku Ön Asya ve Anadolu’daki öteki neolitik çağ yerleşimlerinden ayrıcalıklı kılan yanı, buranın sakinlerinin çoktan yerleşik hayata geçmiş olmaları ve daha da önemlisi, köy aşamasını geride bırakıp bir kent kurmuş olmalarıydı. Çatalhöyük u keşfeden İngiliz arkeolog James Mellaart, 1961, ’63 ve ‘65’te bölgede kazılar yaptı. Oltaya çıkardıkları, bilim çevrelerini hayrete düşürüyordu. Çatalhöyük’te yapılan kazılara 1965’te ara verildi ve yaklaşık 30 yıl sonra, 1993’te İngiliz arkeolog Prof. lan Hodder yönetiminde yeniden başlandı. O günden bu yana her yıl edinilen yeni bulgular bir yandan binlerce yıllık sırlan çözerken, diğer yandan da yeni bilinmezliklere kapı aralıyor. Çatalhöyük kazısını İngiliz arkeolog lan Hodder başkanlığında uluslararası bir heyet yürütüyor. Geçen yıl kazıya 13 ülkeden 120 kişi katıldı. Yeni bulgularla zenginleşen kazı faaliyeti, dünyada gerçek bir ilgi odağı haline gelmiş durumda private tours balkan.

Tüketici toplumdan üretici topluma

Çatalhöyük kelimesi “çatal tümsek (hörgüç)” anlamına geldiği için, bölgenin adını, Çumra kasabasından güneye uzanan yolun tümsekte üç kola ayrılmasından aldığı düşünülüyor. Çatalhöyük’ün asıl önemi ise on binlerce yıl yalnızca tüketici olarak yaşayan insanın, artık üretici konuma geçmiş olmasından kaynaklanıyor. Çatalhöyüklülerin hayvanları evcilleştirdiği ve sulu tarım yapabildiğine dair edinilen bulgular, burada dönemi için ileri bir uygarlığın varlığını kanıtlı-yor. Duvar resimleri, süslemecilik anlayışları da farklı bir estetik anlayışa sahip olduklarının göstergesi. İnsanlar, evlerinin duvarlarını mağaradaki atalarının yaptığı resimleri andıran çizimlerle süslemişler; bununla birlikte başka bakımlardan yaşam biçimleri hızla şaşırtıcı kültürel inceliğe erişmiş.

Barış uygarlığı Çatalhöyük

Çatalhöyük’teki kazılarda ortaya çıkan yerleşme düzeni de dikkat çekici. 13.5 hektarın üzerinde geniş bir alana yayılmış, MÖ 7400 ile MÖ 6000 arasında 1400 yıl iskân edilmiş olan yerleşmede, insanlar eski evlerini terk edip, içlerini doldurup, üstlerine yeni evler yaptıkları için burada 18 ayrı iskân tabakası bulunuyor. Yerleşmedeki süreklilik ise burada geçirilen yüzlerce yıl boyunca toplumların savaşmadıklarını, barış içerisinde yaşadıklarını gösteriyor Ereğli Uzun Mehmet’in Memleketi.

İngiliz mimar ve arkeolog Seton Lloyd TÜBİTAK Yayınlarından çıkan “Bir Gezginin Gözüyle Anadolu Uygarlıkları” adlı kitabında Çatalhöyük’ten şöyle söz ediyor: “Burası köy değildi; yaklaşık 140 dönümlük bir beldeydi. Belde-de evler kesme kerpiçten yapılmış, arı kovanında olduğu gibi göz göz birbirine yapışmıştı. Her birin-de birkaç dikdörtgen oda bulunan evlere ancak tahta merdivenle düz damdan iniliyordu. Doğal olarak damdan dama geçiliyor, damlar beldede oturanların toplumsal yaşam alanları oluyordu. Evler gerçek hayvan başı ya da boynuzları ya da bunların yapay benzerleriyle özenle süslenmişler-di. Duvarlara renkli resimler yapılmış, sıvandıktan sonra da tekrar tekrar boyanmıştı. Bu resimler erken dönem insanının etkinlikleri, görünüşü ve giysisi hatta dini konusunda doğal olarak çok önemli bilgi kaynağıdır; ancak sanatı, becerileri konusunda da elimizde çok kanıt vardır.”

Nilüfer Sultan yaptığından dolayı

0

Ana yol üzerinde yapılmış olan gözlü sağlam bir köprü vardır ki her kemerleri gök kuşağından örnek verir büyük bir köprüdür, tarihinde (Hanım tertemiz kızı Nilüfer Sultan yaptığından dolayı nehrin ve köprünün ismine Nilüfer Köprüsü derler, o nehir bu köprü altından geçip batı tarafında mahalde Akdeniz’e karışır tatlı bir sudur.

Buradan iki saat daha kıble tarafına bağ ve bahçe, boştan ve ekili tarlalar içinde gidip Bursa’ya girdik.

İpek yurdu, büyük şehir, Diri ve Kadir olan Tanrı’nın nazargâhı, devletler taht merkezi ve eski Osmanlı başkenti olan Bursa Kalesinin anlatılması Bu göklerin gölgesinde yayılmış olan yeryüzünde Âdem Peygamberin yeryüzüne inmesinden beri ilk tarih Hazret-i İdris Nebî’den kalmıştır. Daha sonra yazılan, Kıptî milletinin tarihidir ki bu ana kadar günlük olayları teker teker yazmaktadırlar. Sonra Yunan tarihlerinden Madyan oğlu Yanko’nun kardeşi Yanvan Tarihi’dir. İsrailoğulları tarihlerinden Heccâm Tarihi adlı tarihleri var, ama güvenilir bir tarih değildir.

Süleymannâme

Sonra Hind Tarihi, sonra Çin Hakanı Tarihi, sonra Acem Tarihi, sonra Arap Tarihi, sonra Efrenc Tarihi, sonra Latin Tarihi, sonra Rum Tarihidir. Bu tarihlerin tamamını okumuş, incelemiş dünya tarihçilerinden bir tarihçi Bursa’mn kurucusundan asla sözetmemiştir. Ancak  Süleymannâme Tarihinde ve Evveliyyât-ı Tuhfe Tarihinde yazar ki bir kere Hazret-i Süleyman şaşaa ve tantana ile Süleymanî tahtı üzerinde havalamp uçarken Bursa yakınlarında bulunan Ruhban Dağı’mn en yüksek tepesine inip dört tarafa bakınır. Konuşma sırasında Hazret-i Süleyman, veziri Âsaf Berhayâ’ya;

“Ne olaydı şu gönle huzur veren yerde büyük bir şehir olaydı” diye buyurduklarında hemen cinler, dev ve perilerden bazı yakın hizmetçileri;

“Ey Allah’ın Emini! Bir kere Nuh Tufam’ndan evvel bu yere bir Süleyman ile asker çekip geldiğimizde bu yüksek dağın eteklerinde büyük bir kale ve eski bir şehir var idi. O kaleyi cinler kavmi yaptı, derler. Almakta âciz kalıp fethedemeden dönüp gittik. İşte Tufan’da yere batıp adı sanı yok olmuş” deyince Hazret-i Süleyman hemen bütün insanlara ve cinlere, yabani hayvanlara ve kuşlara emredip derhal taş ve toprağını temizlerken kalenin burçları ve bedenleri belli olur, ancak temizlemekte çok zorluk çekerler istanbul tours.

Hemen Hazret-i Süleyman rüzgâra emredince bir kere lodos rüzgârı Ad kavmine estiği gibi sert bir rüzgâr esip bütün taşı ve toprağı havaya savurup göz açıp kapayıncaya kadar kalenin duvarları, burçları ve bedenleri ortaya çıkar. Kara bir dev;

“Ey Allah’ın Emini! Bu kalenin altındaki kayalarda bir tılsımlı define vardır. Onu bulsanız dünya halkına kıyamete kadar yeterli gelirdi” der.

Bir dev de karşı çıkıp “Bulunmaz” der.

Biri de “Eğer o define bulunursa, o define ile Allah’ın Emini bu şehri imar ede” der.
Kimi bulunursa, kimi bulunmazsa derler. Derhal devlere emredip o defineyi bulup şehri baştan başa onarıp ismini Bulursa korlar. Bursa, Bulursa’dan bozulmadır.

Daha sonra Süleyman Peygamber Bursa’nın batı tarafında bir merhale yakın Edincik adıyla büyük bir şehir kurup Belkıs’a taht merkezi eder. Hâlâ büyük köşkleri, yüksek kemerleri Edincik şehrinde açık ve seçik bellidir. Ayasofya sütunlarının çoğunluğu bu Edincik şehrinden gitmiştir Kostantiniyye Körfezi girdabı.

Bahar günlerinde Hazret-i Süleyman Bursa’ya gelip Ruhban Dağı’nda Belkıs kız ile yayla faslı ederlerdi. Süleyman Peygamberin duası bereketiyle Bursa Tufan’dan sonra Allah’ın güvenli kıldığı bir yer olmuştur. Ama kalenin yapıcısı belli değildir. Fakat bu kale bir köhne yapıdır. Feleğin dönmesinden beri yerinde durur bir karar yeri, sağlam bir kale ve dayanıklı bir surdur.

Bütün duvarları göklere doğru yükselmiştir. Temeli yeşil renkli bir yalçın kaya üzerinde dört köşe şeklinden uzunlamasına sağlam bir kaledir. Uzunlaması doğudan batıya doğru olmuştur. Kuzey ve yıldız tarafı göklere baş kaldırmış kayalar üzerine oturmuş kaledir. O tarafı uçurum olduğundan üç tarafında aslâ hendek yoktur. Ama Pınarbaşı tarafında Değirmenler Mahallesi ve Kebir Mahallesi tarafında çok derin hendekleri vardır. Zamanın geçmesiyle hendekleri bakım görmemiş, Celâlî Karayazıcı, Said Arap ve Kalenderoğulları adlı isyancı eşkıyalar Bursa’yı kuşatıp hendeklerini toz toprak ile doldurmuşlardır.

Ama bu kalenin dört tarafı temellerinde taşlar var ki her biri hamam kubbesi kadar büyük taşlardır. Bundan bellidir ki insanoğlu yapısı değildir. Daha sonra Kaydefâ eline girip bazı burçlarım ve duvarlarını onarmıştır. Bu onarımın Yunan dili üzere tarihleri vardır.

Kostantiniyye Körfezi girdabı

0

Evvelâ Bismillah ile Eminönü’nden bir gemiye binip deniz dalgası ile önce Galata burnunda Kurşunlu Mahzen önünde Kostantiniyye Körfezi girdabı olan derin boğazı zorluklarla geçtik.

“O, sizi karada ve denizde gezdir endir…” [Yunus, 22] âyetine mazhar olup ilk başta denizin sıkıntısını çekip Fındıklı kasabası önünde biraz dinlendikten sonra “Önce yoldaş, sonra yol” sözü uyarınca bir kaç olgun usta gemici yolcular gemimize gelip arkadaş oldular.

1050 Muharreminin ilk cuma günü [23.04.1640] kuşluk vaktinde ateş saçan güneş felek kulesine doğru iki mızrak boyu yükseldiğinde “Tanrıya hamd olsun uygun vakittir” diye bütün gemiciler bir yere toplanıp isa seren edip salpa demir ettiler.

Sürükleye sürükleye geminin demirini çekip bütün levendler hazır oldular. Dua ve övgülerle yelken yırtıp “Hüdâ âsân ede!” diye Fâtiha okunup sıyırma pupa rüzgâr ile göz açıp kapayıpcaya kadar Sarayburnu akıntısı girdabını kolaylıkla geçip istek yelkenini Bursa’da Muradiye tarafına yönelttiler ve cüz’i iradelerini o tarafa yönlendirip gemi içinde herkes cavk cavk ve şavk şavk sohbet etmeye başladılar.

Bazı dostlarımızdan hanendeler

Allâhümme yâ Hâdî Âsân eyle yolumuz Sehhil ubûre’l-vâdî Tiz geçir tut elimiz.

İlâhilerini okuyup söylerken meğer arkadaşlarımız arasında Sultan İbrahim Han’ın Karcıbaşısı Sefer Ağa’nın tanburcusu, santurcusu, neyzen ve kemençesi var imiş. Ayrıca Sadrıazam Kara Mustafa Paşa’nın Ulak Kara Receb Ağasının bir çöğürcüsü ve iki hanendesi var imiş. Hepsiyle bir yere gelip; customized guided tour

“Gelin sizinle bu gam girdabında üzüntünün verdiği karışıldı¬ğı yok etmek için bir segâh faslı eyleyelim” diye hakir tahrik edince segâh, mâye ve gerdâniye makamı evlerinde-gezinerek gerdâniyede karar edip iki peşrevden sonra Derviş Ömer bestelerinden üç murabba bir semâî faslı edip bir can sohbeti olmuştur ki rahmet denizleri yaratılalıdan beri deniz üzerinde öyle bir Hüseyin Baykara faslı olmamıştır.

Gemicilerden Kışlakçı Dayı, Çördüm Dayı ve Cıvık Veli adlı dayılar çöğürleriyle geldiler. Onlar da âşıkâne ve sâdıkâne bir fasıl ettiler ki çöğür erbabı olanların ağızlarından salyaları aktı.

Bu zevk ve şevk üzere Heybeli Adası önüne vardık. İstanbul’a 18 mildir ve fırdolayı 9 mil kuşatır. Mamur ve bakımlı bir adadır ve bir manastırı var. Yılda bir kere, binlerce kayık kefereler İstanbul’dan gelip bu manastırı seyrederler. Zira kefere zamanında Ayasofya’dan perhiz ve ibadetle uçan Rahip Angiliya’nın bu kilisede mezarı vardır. Bu ada halkı safi zengin gemici Rum kefereleridir. Âb-ı hayat suyu ve bağları vardır. Hakimleri; bostancıbaşı ve bir yeniçeri yasakçısıdır Evvelâ hamd edelim.

Buradan kalkıp yine uygun vakitle şimşek gibi şakıyıp sanki gemi başından ateşler çıktı. Tanrı’nın ihsanı ile tamam beşinci sa¬atte deniz kıyısına varıp demir attık. Beyt:
Be-deryâ der-merıâfi’ bî-şümârest Eğer hâhî selâmet der-kenârest
Büyük şehir ve eski kale
Dârthal beldesi yani Mudanya

Mudanya derler

Kostantin Tekfur’un kızı Mudına yapısıdır. Mudma’dan bozma olarak Mudanya derler. Tanrı’ya hamd olsun esenlikle bu şehre girdik. İlk defa gurbet ellerde cuma namazı kılmak bu şehirde nasip oldu. Temiz toprağma yüzümüzü sürüp yüz bin dua ve yakarış ile Cenâb-ı Allah’a hamd ü sena edip şehri seyretmeye başladık.

Deniz kıyısında, Bursa’nın bakımlı ve gelişmiş bir iskelesidir. Gelen giden gemiler için güvenli ve sağlam doğal bir limandır. Zira bu Mudanya, İstanbul körfezinin kıblesi tarafında bir köşe bucağa vaki olduğundan yedi zorlu rüzgârdan güvende olmuş ve korunmuştur, ama yıldız rüzgârından tam olarak korunmuş değildir. İyi demir tutar yatak limandır. İskele başında gümrükhanesi vardır. Gelen giden gemilerden ve kara tarafından geleıi tüccarlardan öşür alır, on yük akçe iltizam eminliktir.

Şehri, deniz kenarında geniş bir alanda kurulmuş olup kalesi bir alçak kayalı yerde şeddadî taş yapı sağlam bir yerleşim yeridir. 721 [1321] tarihinde Orhan Gazi, şehzâdeliği sırasında babası Osman Gazi’nin izniyle ve Sultan Hacı Bektaş-ı Velî’nin duasıyla ilk defa bu kaleyi feth edip bir daha küffara sığınacak yer olmaması için yer yer kalesini yıkmıştır. Ama azıcık şey ile bakımı ve onanmı mümkündür.

Bu şehir, Anadolu eyaletinde Gazi Hudavendigâr sancağı ki, ilk taht merkezi Bursa’dır, onun voyvodalığıdır ve 150 akçe payesiyle İcazadır. Kadıya senede 2000 kuruş gelir sağlar. Bazı zaman Bursa mollalarına paşmaklık bahası olarak verilir, hoş bir kazadır.

Kiremit örtülüdür

Şehrin bütün evleri baştan başa kiremit örtülüdür. Üç camii var, yedi mescitleri, üç hanı, bir hamamı, iki sıbyan mektebi ve iki yüz adet dükkânları var. Ama medrese, dârülkurrâ ve dârülhadisleri yoktur. Zira halkının çoğunluğu Rumlardır.

Suyu ve havasının tatlılığından Urum dilberleri çoktur. Bağı ve bahçeleri de oldukça fazladır.
Beğenilen yiyeceklerinden; inciri, üzümü, üzüm şırası ve sirkesi meşhur olup dünyaya sirkesi yayıldığından belde isimleri içinde bu şehre “Dârıhal” derler.

Bu şehrî’gezip seyrettikten sonra hepimiz atlara binip kıble tarafına bağ ve bahçeler içinden geçerek dört saatte asla boş bir yer görmeyip bakımlı ve verimli Filedar Sahrası adlı ova içinde dört tarafı seyrederek.

Nilüfer Nehri: Öyle bir akarsudur ki bahar mevsiminde asla geçit vermez. Kıble tarafında Keşiş dağından, Keteli dağlarından ve Kestel dağlarından gelip toplanarak bu Filedar Ovası içinden akar, nice bin mezraaları, verimli toprakları, nice ağaçlık ve güllük gülistan yerleri sular.