Ana Sayfa Blog

Üçkilisenin Garip ve Acayip Özelliği

0

Halı Üzerinde Ateş Mucizesi

Üçkilise’nin en büyük yapısı, Nuşirevan tarafından inşa edilmiştir. Burada her yıl bir defa, kırk elli bin kadar Hristiyan, Frengistan’ın en uzak bölgelerinden toplanarak bu dağın en yüksek tepesine gelir. Dağın zirvesindeki geniş ve çimenlik bir düzlükte, eski bir halı serilir. Bu halının üzerine büyük bir sacayak konur ve içine devasa bir kazan yerleştirilir.

Çevredeki dağlardan toplanan otlar, şifalı bitkiler, kereviz ve maydanoz gibi türlü bitkiler bu kazana doldurulur. Daha sonra halının tam ortasında büyük bir ateş yakılır. İlginç olan şudur ki, kazan altındaki ateş saatlerce yanmasına rağmen halı asla yanmaz. Bu durumu seyreden binlerce insan hayretler içinde kalır.

Otlarla hazırlanan yemek daha sonra bütün ziyaretçilere dağıtılır. Halk bu yemekten uğur ve şifa umar. Hatta hokkalarla doldurulup Frengistan’ın en uzak bölgelerine götürülür. Bazıları orada yiyip şükreder, bazıları ise eğlenceler düzenler Karıştan Masir Zuchan ve Üçkilise Seyahati.

Rahiplerin Anlattığı Efsane

Bu olağanüstü durumu merak eden hakir, rahiplerden bu halının hikâyesini sordu. Rahipler şöyle anlattılar:

“Bu halı öyle kutsaldır ki, Hazreti İsa annesinin rahminden çıkarken üzerinde doğmuştur. Daha sonra Benî İsrail’in baskısından kaçtığında on iki havarisiyle birlikte bu halının üzerinde dağdan topladığı otlarla yemek pişirmiştir. İsrailoğulları mucize istediğinde bu halının üstünde bir ölüyü diriltmiştir. Hatta tüm halka yemek dağıtarak mucizesini göstermiştir. Daha sonra halı Buhtunnasr’ın eline geçmiş, ardından Nuşirevan’a intikal etmiştir. O da bu kiliseyi yaptırıp her yıl bu halı üzerinde yemek pişirme geleneğini başlatmıştır.”

Rahipler ayrıca, Süleyman Han’ın Nahçıvan seferi sırasında bu halı üzerinde iki rekât namaz kıldığını da rivayet ettiler.

Halının Özelliği

Bu halı ne ipekten, ne pamuktan ne de yünden dokunmuştur. Rengi sincaba benzer, büyük bir seccade gibidir. Fakat oldukça ağırdır.

Hakir, kendi kıt aklıyla bu halının özünü şöyle yorumladı: Kıbrıs Adası’nda bir dağ vardır ki, taşları dövülünce keten gibi iplik hâline gelir. Bu iplikten gömlekler, mendiller ve abdest havluları yapılır. Hatta bir zamanlar Kaya Sultan’a Sultan Murad Han tarafından kayadan dokunmuş bir gömlek hediye edilmiştir. Kaya Sultan bu gömleği giyip kirlenince ateşe atar, gömlek yanmadan tertemiz çıkar ve tekrar giyilirdi.

Benzer şekilde Kapudan Hüsamzade de hakire böyle bir mendil vermişti. Kirlendiğinde Melek Ahmed Paşa’nın huzurunda ateşte yakılmış, pamuk çiçeği gibi beyazlamıştı. Allah bilir, belki de Üçkilise’deki bu meşhur halı da Kıbrıs taşından yapılmıştır Sofia Daily Tours.

Karıştan Masir Zuchan ve Üçkilise Seyahati

0

Sultan Evhadullah Camii ve Karış Şehri

Bağ’dan dönüş yolunda ilk olarak Sultan Evhadullah Camii’ni dışarıdan seyrettik. Gerçekten de düzgün yapılı, zarif ve tek minaresiyle dikkat çeken benzersiz bir camidir. Caminin yakınında Taceddin-i Münşi Hamamı ve yedi adet misafirhane bulunur. Karış şehri, tatlı suyu ve temiz havası ile meşhurdur. Halkı arasında güzellikleriyle ün salmış gençler vardır. Bu güzellerin sürmeli gözleri ve ceylan bakışları, âşıkların gönlünde derin izler bırakır. Bir bakışları adeta bin tatlı selamın yerini tutar Sofia City Tour.

Karış’tan Masir Kentine Yolculuk

Ertesi gün sabah erkenden Karış’tan ayrıldık. Yanımızda üç yüz kadar evbaş ve Mazenderanlı Kızılbaş atlıları da vardı. Doğu yönünde on iki saat boyunca yüksek dağları aşıp Masir kentine ulaştık. Bu bölgede “kent” kelimesi kasaba anlamına gelir. Masir, Masir Dağı’nın eteğinde kurulmuş, bağlık ve bahçelik, bakımlı ve şenlikli bir kasabadır. Tatlı suları ve serin yaylalarından akan dereleri ile güzelliği dillere destandır. Kentte yedi cami, bir hamam ve üç yüz kadar dükkân vardır. Burası Revan topraklarına bağlıdır. Burada bir gece konuk edilip ağırlandık.

Zuchan Kenti

Masir’den ayrıldıktan sonra doğuya doğru on dört saatlik bir yolculuktan sonra Zuchan kentine vardık. Bu şehir, Nahçıvan topraklarının hududunda yer alır ve Nahçıvan Hanı’nın özel mülkü sayılır. Çok mamur ve çiçek bahçeleriyle süslü bir kasabadır. Mihmandar bizleri karşıladı ve bolca ikramda bulundu. Burada iki Acem çocuğu hizmetimize verildi. Bu gençler çok güzel sesliydi ve Horasan tarzında maniler okuyorlardı. Söyledikleri türküler adeta insanın ruhunu canlandırıyordu Karış Şehri ve Kale Ziyareti.

Üçkilise Menzili

Zuchan’dan doğuya doğru yedi saat süren yolculuk sonunda geniş bir derenin içinden geçerek Üçkilise adıyla bilinen yere ulaştık. Burası Revan sınırlarında yer alır. Üç yüksek dağın üzerinde kurulmuş üç büyük kilise vardır. Bu kiliselerde yüzlerce patrik, rahip, keşiş ve papaz görev yapmaktadır. Ayrıca burada misafirlere hizmet eden genç Ermeni oğlanları da bulunur.

Rivayete göre bu kiliselerden birini Nuşirevan, birini Rum Kayseri, diğerini ise Ermeni Zenan yaptırmıştır. Hâlen bu bölgede beş yüzden fazla bakire kız yaşamaktadır. Kiliselerde misafirlere çok büyük hürmet gösterilir. Ziyaretçilere özel yiyecekler ikram edilir, altın işlemeli yataklar serilir, atlar için yem hazırlanır.

Ermenilerin İnancı ve Ziyafet

Ermeni halkı bu kiliselere çok bağlıdır. Sadece Ermeniler değil, farklı Hristiyan toplulukları da buraya adaklar adar. Kiliselerin sağlam vakıfları vardır. Her birinde onlarca mihmandar, aşçı ve hizmetkâr bulunur. Özellikle yaptıkları keşkek ve heriseler çok meşhurdur.

Baş Mıkdısî olan papaz, iki yüz rahiple birlikte elçileri ve bizleri büyük bir ziyafete davet etti. Çeşitli yemekler ikram edildikten sonra misafirlere hediyeler de sunuldu.

Karış Şehri ve Kale Ziyareti

0

Kale Toplarının Gürültüsü

Elçiler, başlarındaki ileri gelenlerle birlikte bize hediyeler getirdiklerinde, kaleden yetmiş-seksen pare top atılarak şenlik yapıldı. Her ne kadar topları küçük olsa da çıkan gürültü dağlarda ve derelerde yankılanarak gök gürültüsünü andırıyordu. Gürültü o kadar güçlüydü ki çevrede büyük bir velvele uyandırdı.

Şehrin Görünümü ve Tarihi

Kalenin eteklerinde çadırlarımızı kurup konakladık. Yavaş yavaş aşağıdaki varoş kısmını gezdik. Ancak şehir fazla mamur değildi. Eskiden büyük bir şehir ve sağlam bir kale olduğu biliniyordu. Fakat Sultan IV. Murad döneminde, Revan seferine giderken Erzurum, Ahıska, Kars ve Van askerleri birleşip Karış şehrini yağmalamıştı. O günden beri şehir toparlanamamış, evleri yakılıp yıkılmış, halkı esir edilmişti. Bu nedenle şehir günümüze kadar tam anlamıyla imar edilmemişti.

Buna rağmen şehirde yedi minareli bir cami, üç hamam ve küçük bir çarşı bulunmaktaydı. Ayrıca çok sayıda bağ ve bahçesi vardı Üçkilisenin Garip ve Acayip Özelliği.

Karış Nehri ve Verimli Topraklar

Karış şehri, adını aldığı nehrin kıyısında kurulmuştu. Bu nehrin suyu tatlı, havası yumuşaktı. Çevresinde geniş ve verimli bir ova yer alıyordu. Özellikle pirinç yetiştiriciliğiyle tanınıyordu. Karış Nehri, Sükûn Dağı’ndan doğup Araş Nehri’ne katılarak bölgeye hayat veriyordu.

Kale Ziyafeti

Kale ağası, elçilerle birlikte bizi ziyafete davet etti. Atlarımızla güçlükle yarım saatte kaleye çıktık. Yukarıdan bakıldığında tüm ova, adeta bukalemunun rengi gibi çeşitli manzaralarla gözler önüne seriliyordu.

Şahın dizçöken ağası, başında süslü tacı ve serbendleriyle yanımıza geldi, selam verdi ve bizi evine davet etti. Oldukça iyi bir ev sahipliği yaptı. Sofra yerine kalemkârî çitlerle süslenmiş örtüler serildi. Masada on bir çeşit pilav vardı: avşila pilavı, göğü pilavı, muzafer pilavı, od pilavı, şille pilavı, hoş pilavı, çalav pilavı, amberli pilav, sarımsaklı pilav, köse pilavı ve düzdeh pilavı. Ayrıca keşkek, çorba, sebzeler ve turşularla ziyafet zenginleştirilmişti. Sohbetler yapılıp dostluklar pekiştirildi.

Hediyeler ve Konaklama

Ziyafetten sonra elçilere, hakire ve Alacaatlı Hasan Ağa’ya vaşak postları hediye edildi. Çadırlara döndüğümüzde ardımızdan elli koyun, bin kadar beyaz ekmek, yedi-sekiz katır yükü meyve ve avşila şerbetleri gönderildi. O gece büyük bir bayram havasında geçti ve iki gün boyunca konakladık.

Kelenter Bağı ve İkinci Ziyafet

Karış Nehri kıyısındaki köşkleri seyrederek İrem bahçesini andıran Kelenter Bağı’na vardık. Burada da kale sultanı bizler için büyük bir ziyafet verdi. Elçilere ve bize kıymetli hediyeler sunuldu Tours Sofia.

Bu seyahat, Osmanlı heyetinin Karış şehri ve kalesinde gördüğü hem tarihi izleri hem de misafirperverliği ortaya koymaktadır. Şehir eski ihtişamını kaybetmiş olsa da bağları, bahçeleri ve halkının cömertliğiyle hâlâ önemli bir merkezdir.

Aşiret Mektebinin Kuruluşu ve Amacı

0

Harbiye’den Aşiret Mektebi’ne Geçiş

Başlangıçta Arap gençlerinin Harbiye Mektebi’nde okutulması düşünülmüştü. Ancak iki yıl sonra bu uygulamadan vazgeçildi. Bunun yerine, Arap aşiretlerine mensup çocukların eğitim görmeleri için özel bir okul açılması kararlaştırıldı. Böylece Aşiret Mektebi fikri ortaya çıktı.

Bu düşünce ilk olarak II. Abdülhamid tarafından gündeme getirildi. Padişah, bu konuda ikinci kâtip ve fahri yaveri olan Ferik Osman Nuri Paşa’ya talimat verdi. Paşa’dan, okulun kuruluşu ve programına dair ayrıntılı bir rapor (lâyiha) hazırlaması istendi. Osman Nuri Paşa’nın 9 Haziran 1892 tarihli raporu, Aşiret Mektebi’nin temelini oluşturdu Doğal Taşların Korunması ve Restorasyon Çalışmalarında Önemi.

Tarih Dersleri Hakkındaki Görüşler

Osman Nuri Paşa’nın raporunda özellikle tarih dersleri üzerinde duruluyordu. Ona göre öğrencilere Osmanlı padişahlarının şefkat, adalet ve başarıları anlatılmalıydı. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin, Mısır’ın ilhakından önce ve sonraki durumu, İslam milleti içindeki yeri ve büyüklüğü de öğretilmeliydi. Bunun için özel bir İslam tarihi kitabı hazırlanmalı, uzman bir heyet tarafından incelendikten sonra basılarak ders kitabı haline getirilmeliydi City Tours Istanbul.

Paşa’nın bu önerisi hayata geçirilip geçirilmediği kesin olarak bilinmemektedir. Ancak rapor üzerine padişahın onayı alınmış ve okul için resmi çalışmalar başlatılmıştır.

Okulun Kuruluş Süreci

Osmanlı yönetimi, Aşiret Mektebi’nin ders programı ve idaresini düzenleyen bir nizamname hazırladı. 14 Haziran 1892’de Babıali’ye sunulan bu nizamname ile okulun açılması kesinleşti. Beşiktaş Akaretler’de bulunan birkaç bina, Maarif Nezareti tarafından kiralanarak okula tahsis edilmek istendi.

Meclis-i Vükelâ mazbatasında okulun masrafları üzerinde de duruldu. Darüşşafaka’nın idare sisteminin sağlamlığı örnek gösterildi. Aşiret Mektebi’nin harcamalarının da benzer şekilde kontrol edilmesi gerektiği belirtildi. Bu sayede okulun hem düzenli hem de ekonomik şekilde işlemesi amaçlanıyordu.

Öğrencilerin Eğitimi ve Hedefler

Aşiret Mektebi’nde okutulacak öğrenciler, özellikle Arabistan’ın farklı bölgelerinden seçilecek ve çoğunlukla itibarlı ailelerin çocukları olacaktı. Bu gençler sadece Türkçe öğrenmekle kalmayacak, aynı zamanda Osmanlı terbiyesi, devlet idaresi ve hatta askerlik bilgileriyle donatılacaktı.

Amaç, bu öğrencilerin modern bilgilerle yetiştirilip kendi bölgelerine dönmeleriydi. Mezun olduktan sonra Arap vilayetlerinde açılacak okullarda öğretmenlik yapacaklar, kazalarda kaymakamlık görevini üstlenecekler ve askeri birliklerde subay olarak hizmet vereceklerdi. Böylece Osmanlı Devleti hem Arap toplumlarını merkeze daha sıkı bağlamış olacak, hem de eğitimli bir yönetici sınıf yetiştirmiş olacaktı.

Aşiret Mektebi, II. Abdülhamid’in aşiret politikalarının bir parçasıydı. Eğitim yoluyla Osmanlı kimliği güçlendirilmeye çalışılıyor, Arap vilayetlerinde sadakatli ve bilgili yöneticiler yetiştirilmek isteniyordu. Bu yönüyle okul, sadece bir eğitim kurumu değil, aynı zamanda bir siyasi proje niteliği taşıyordu.

Doğal Taşların Korunması ve Restorasyon Çalışmalarında Önemi

0

Doğal Taşların Tespiti

Tarihi eserlerin korunması ve restorasyonu sırasında en önemli konulardan biri, yapılarda kullanılan doğal taşların türlerinin doğru şekilde belirlenmesidir. Taşların çıkarıldıkları ocak yerlerinin bilinmesi, günümüzde bu taşların yeniden temin edilip edilemeyeceğinin araştırılması, yapılacak koruma çalışmalarının başarısı açısından büyük önem taşır. Yanlış taş seçimi, tarihi yapının özgünlüğünü bozabileceği gibi yeni bozulmalara da yol açabilir.

Terimlerdeki Karışıklıklar

Makalede yer alan “Doğal Taşların Korunmuşluk Durumları” bölümünde geçen bazı terimler, anlaşılması açısından açıklama gerektirir City Tour Istanbul.

Erime (Çözünme): Dünya jeoloji literatüründe kireçtaşı ve dolomit gibi karbonat kökenli taşlarda görülen boşluk oluşumları “erime” olarak tanımlanır. Ancak bu durum, kimyadaki “erime” (katının sıvıya dönüşmesi) ile aynı anlamda değildir. Karışıklığı önlemek için bu süreç “çözünme” terimiyle birlikte kullanılmaktadır.

Erozyon (Aşınma): Erozyon, dış etkenlerin taş yüzeyini aşındırmasıdır. Bu süreç çözünmeden farklıdır ve taşın mekanik olarak yıpranmasını ifade eder.

Bu kavramların doğru anlaşılması, hem bilimsel çalışmalar hem de restorasyon projeleri için önemlidir.

Aşiret Mektebi Hümâyunu ve Eğitim Politikası

Kuruluş Amacı

II. Abdülhamid döneminde, aşiretler ile daha güçlü ilişkiler kurmak amacıyla özel bir eğitim projesi hazırlandı. Bu proje kapsamında aşiret çocuklarının eğitim alarak devlet hizmetinde görev yapmaları hedeflendi. İlk olarak bu çocukların Harbiye Mektebi’nde okutulması düşünülmüştür.

İlk Öğrenciler ve Harbiye’de Eğitim

Tercüman-ı Hakikat gazetesinde 6 Temmuz 1886 tarihinde yayımlanan bir habere göre, 1886 yılında Hicaz, Yemen ve Trablusgarp’tan 48 öğrenci İstanbul’a getirilmiştir. Bu gençler Harbiye Mektebi’nde eğitim görmüş ve üç yıl içinde subay (zabit) rütbesiyle mezun edilmişlerdir. Eğitimlerini tamamladıktan sonra memleketlerine gönderilmişlerdir Doğal Taşlarda Ayrışma Türleri ve Tarihi Eserlere Etkileri.

Padişahın Kabulü ve Teveccühü

Bu öğrenciler, bir Cuma selamlığından sonra II. Abdülhamid’in huzuruna kabul edilmişlerdir. Padişaha duydukları şükranı bir teşekkür yazısıyla bildirmişler, padişah da memnuniyetini kendilerine yazılı olarak iletmiştir. Öğrencilerden, aldıkları eğitimi ülkelerinde örnek olarak sürdürmeleri ve diğer gençlere de ilham kaynağı olmaları beklenmiştir.

Rütbe ve Görevler

Bu mezunlar, piyade ve süvari mülâzımı (teğmen) olarak rütbelendirilmiş, ayrıca padişahın özel teveccühüyle kendilerine yaverlik unvanı ve özel üniforma verilmiştir. Görev yerleri kendi memleketlerindeki askeri bölgeler olarak belirlenmiştir. Harbiye Mektebi’nin 1891 yılı mezun listesinde bu öğrencilerden 55 kişinin adı ve görev yerleri kayıtlıdır.

Aşiret Mektebi Hümâyunu ve Harbiye’de yetiştirilen bu öğrenciler, Osmanlı Devleti’nin aşiretleri merkeze daha sıkı bağlama çabasının bir parçasıydı. Eğitim yoluyla hem bağlılık hem de sadakat sağlanmak istenmiş, böylece devletin otoritesi uzak bölgelerde de güçlendirilmiştir.

Doğal Taşlarda Ayrışma Türleri ve Tarihi Eserlere Etkileri

0

Doğal Taşlarda Ayrışmanın Nedenleri

Doğal taşlar, hem doğal hem de yapay faktörlerin etkisiyle zamanla çeşitli bozulmalara uğrar. Bu bozulmalar, taşın fiziksel, kimyasal ve biyolojik yapısını değiştirir ve kalıcı hasarlara yol açar. Özellikle dış mekânlarda kullanılan taşlar, atmosfer koşulları nedeniyle daha hızlı ve yoğun bir şekilde ayrışır. Tarihi yapılarda kullanılan taşların korunmasında bu ayrışma türlerini bilmek büyük önem taşır.

Başlıca Ayrışma Türleri

Doğal taşlarda görülen başlıca ayrışma türleri şunlardır:

Erime-Çözünme ve Şişme-Kabarma: Taşın suyla temas etmesi sonucu çözünme ya da kabarma meydana gelir.

Oyuklanma ve Petekleşme: Yüzeyde küçük boşlukların oluşmasıyla başlayan süreç zamanla petek benzeri yapılara dönüşür Aşiret Mektebi’nin Kuruluşu ve Amacı.

Çiçeklenme-Tuzlanma: Taşın gözeneklerinde tuz birikmesiyle yüzeyde beyaz kabuklar oluşur.

Kabuk Oluşumu: Yüzeyde sert bir tabaka meydana gelir.

Şekerlenme ve Tozlanma: Taşın yüzeyinde kum tanesi gibi dağılma ve ufalanma görülür.

İslenme ve Kir Tabakası: Özellikle hava kirliliği nedeniyle yüzeyde kararma ve kurum oluşur.

Renk Atması ve Oksitlenme: Taşın rengi solar, bazı durumlarda demir mineralleri paslanmaya yol açar.

Biyolojik Bozulmalar: Yosun, liken, mantar gibi canlıların taş yüzeyinde büyümesiyle oluşur.

Çatlama ve Parçalanma: Donma-çözünme ya da sıcaklık farkları yüzünden taşta çatlaklar ve dökülmeler meydana gelir.

Tarihi Yarımada’da Kullanılan Taşlar

İstanbul’un Tarihi Yarımada bölgesindeki antik yapılarda çok çeşitli taş türleri kullanılmıştır. Bunların bir kısmı Anadolu’daki taş ocaklarından, bir kısmı ise deniz yoluyla yurt dışından getirilmiştir. Ayrıca bazı taşlar eski yapılardan devşirme olarak da kullanılmıştır. Yapılan araştırmalarda yaklaşık 30 farklı taş türü tespit edilmiştir Private Tours Istanbul.

Ayrışma Türlerinin Taşlara Etkileri

Bakırköy Küfeki Taşı: Kemerlerde ve beden duvarlarında sıkça kullanılan bu taş, ufalanma, oyulma, tuz kabuklanması, islenme ve yosunlanmaya uğramıştır.

Serpantin Breşi: Kemerlerde ve sütunlarda kullanılan bu taşta talklaşma, yani sabunsu yüzeyler oluşmuştur.

Eski Kırmızı Porfir: Donma-çözünme etkisiyle çatlama ve dökülmelere uğramıştır.

Hereke Pudingi: Çimentonun çözünmesi sonucu taşın içindeki çakıllar koparak dökülmüştür.

Marmara Mermeri: Daha çok yer döşemelerinde kullanılan bu taşta, hava kirliliği nedeniyle şekerlenme, yüzey aşınması ve islenme meydana gelmiştir.

Tarihi Yapılar Açısından Önemi

Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinden kalan tarihi yapılar, bu taşların mimari açıdan ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Ancak atmosferik koşullar, hava kirliliği ve biyolojik etkenler, bu taşların zamanla bozulmasına yol açmıştır. Bugün yapılan incelemeler, taşların hem ayrışma türlerini hem de mevcut korunma durumlarını ortaya koymaktadır. Bu bilgiler, restorasyon ve koruma çalışmalarında büyük bir rehber niteliğindedir.

1925 Yılında Başlayan Yeni Yayınlar

0

1925 yılında, İstanbul Âsâr-ı Atika Müzesi’nin Eski Şark Eserleri Şubesi uzmanlarından Eckhard Unger, “Die Reliefs Tiglatpilesers III. aus Arslan Tash” adlı eserini yayımlamıştır. Bu kitap, Arslan Tash’tan çıkan Asur Kralı III. Tiglatpileser’e ait kabartmaları bilimsel olarak tanıtan önemli bir çalışmadır.

Eski Şark Eserleri Rehberi

1926 yılında, yine Eski Şark Eserleri Şubesi’nde görevli konservatörlerden Essad Nasuhi, Fransızca olarak hazırladığı “Musées des Antiquités Assyro-Babyloniennes” adlı rehberde, müzede yer alan on bir salondaki eserleri tanıtmıştır. Bu rehber, ziyaretçilere sunulan ilk kapsamlı tanıtım kitaplarından biridir Gustave Mendel ve Müze Yayıncılığına Katkısı.

Kadim Asur Yazıtları Üzerine Bir Çalışma

Aynı yıl içinde, Almanya’nın Giessen Üniversitesi öğretim üyelerinden Julius Lewy, “Keilschrifttexte in den Antiken Museen zu Istanbul – Die Altassyrischen Kültepe bei Kaisarija” başlıklı Almanca bir katalog yayımlamıştır. Bu çalışma, Kayseri civarındaki Kültepe kazılarında bulunan eski Asur çivi yazılı tabletleri tanıtmaktadır ve toplamda 160 esere yer vermektedir. Hem arkeoloji hem de eski yazı araştırmaları açısından kıymetli bir kaynak olmuştur.

Fotoğraf Ağırlıklı Kataloglar Dönemi

1928 yılında, müzedeki eserlerin fotoğraflarını öne çıkaran yeni bir katalog serisi hazırlanmıştır. Bu dönemin ilk yayını, Alman uzman Martin Schede tarafından hazırlanmış olan “Âsâr-ı Atika Müzesinde Yunan ve Roma Devirlerine Ait Heykeltraşî Eserler” adlı katalogdur. İçeriğinde 50 fotoğraf bulunan bu eser, dönemin görsel ağırlıklı yayın anlayışını yansıtır.

Aynı dönemde Ernst Zimmermann, Topkapı Sarayı’ndaki Eski Çinî ve Porselenler üzerine 3 ciltlik bir katalog hazırlamıştır. Her cilt farklı bir koleksiyonu tanıtmış ve zengin fotoğraf içeriğiyle dikkat çekmiştir. Bu çalışmalar, müzenin yayın politikasında yeni bir görsel belgelemeye geçildiğini göstermektedir Turkey Private Round Tour.

Müze Yayıncılığında Erken Rehber Niteliğinde Bir Eser

Müze-i Hümayun’un erken dönem yayınlarından bir diğeri, Osman Hamdi Bey’in damadı, Sanayi-i Nefise Mektebi sanat tarihi hocası ve Divan-ı Umumiye Mektupçusu Mehmed Vahid Bey tarafından yazılan “Reh-nüma” adlı rehberdir. Bu eser ilk kez Rumi 1330 (1914) yılında yayımlanmış, daha önceki baskıları (Rumi 1319 ve 1325) ise günümüze ulaşmamıştır.

Rehberin önsözünde, dönemin müze müdürü Halil Edhem Bey, eserin müzeyi ziyaret edenlere kolaylık sağlamak amacıyla hazırlandığını belirtmiştir. Toplam 154 sayfadan oluşan Reh-nüma, müzenin salonlarındaki eserleri tanıtmakta ve son kısmında bir “Lügâtnâme” (sözlük) sunarak bu alanda bir ilki gerçekleştirmektedir.

Süreli Yayınlara Geçişin İlk Adımları

Bu dönemde dikkat çeken bir diğer gelişme ise, artık müzenin düzenli ve süreli bir yayın dizisine geçmeye başlamasıdır. Böylece, bireysel kataloglar ve rehber kitapların yanı sıra, akademik sürekliliği olan yayınlar da müze faaliyetlerine dâhil edilmiştir. Bu gelişme, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş dönemindeki bilimsel mirasın kurumsallaşmasına katkı sağlamıştır.

Bu dönem, İstanbul müzeciliğinde bilimsel yayıncılığın çeşitlenmeye başladığı, görselliğin ve rehberlik anlayışının ön plana çıktığı bir evredir. Müze, yalnızca eserleri sergilemekle kalmayıp, aynı zamanda onları belgeleyen ve tanıtan bir araştırma merkezi kimliğine bürünmüştür.

Gustave Mendel ve Müze Yayıncılığına Katkısı

0

1908 yılına kadar, Müze-i Hümayun’un yayın faaliyetlerinde büyük bir durgunluk yaşanmıştır. Bu durumu değiştiren kişi, ünlü Fransız arkeolog Gustave Mendel olmuştur. Mendel’in hazırladığı “Catalogue des Figurines Grecques de Terre Cuite” (Yunan Pişmiş Toprak Figürinler Kataloğu), müzedeki pişmiş toprak eserleri tanıtmış ve günümüzde hâlâ bilimsel geçerliliğini koruyan önemli bir eserdir. Bu katalogda toplam 3554 eser detaylı biçimde incelenmiş ve çağdaş bilimsel yöntemlerle düzenlenmiştir.

Heykeltıraşlık Eserleri Kataloğu

Osman Hamdi Bey’in vefatının ardından Gustave Mendel, üç ciltlik başka bir önemli katalog hazırladı:

“Catalogue des Sculptures Grecques, Romaines et Byzantines” (Grek, Roma ve Bizans Heykelleri Kataloğu). Bu kataloglar, sırasıyla 1912, 1913 ve 1914 yıllarında yayımlandı. İçerdikleri çok sayıda yüksek kaliteli fotoğraf, başarılı baskı teknikleri, kapsamlı içerikleri ve titiz bilimsel yaklaşımlarıyla bu eserler bugün hâlâ alanında başvuru kaynağı olma özelliğini korumaktadır Turkey Private Guide.

Osman Hamdi Bey’in Ardından İlk Yayınlar

Osman Hamdi Bey’in 24 Şubat 1910’daki vefatından sonra yayımlanan ilk katalog, M. J. Ebersolt tarafından hazırlanan
“Catalogue des Poteries Byzantines et Anatoliennes du Musée de Constantinople” (İstanbul Müzesi’ndeki Bizans ve Anadolu Seramikleri Kataloğu) olmuştur.
Bu eserde, 158 obje fotoğraf ve çizimlerle tanıtılmıştır. Kataloğun önsözünü ise artık müze müdürü olan Halil Edhem Bey yazmıştır.

Ebersolt’un bir diğer önemli çalışması, Bizans dönemine ait kurşun mühürleri konu alan bir katalogdur. Bu da müzenin, Osman Hamdi Bey sonrası dönemde de bilimsel yayınlara önem verdiğini göstermektedir Osmanlı’da Müzecilik ve İlk Katalog Yayınları.

Savaş Döneminde Yayın Faaliyetleri

I. Dünya Savaşı sırasında müzenin yayınları azalsa da tamamen kesilmemiştir.

1918 yılında Halil Edhem Bey’in hazırladığı “Meskûkât-ı Kadime-i İslâmiye Kataloğu” ve aynı yıl yayımlanan “Babil-Asur Eserleri” kataloğu, savaş ortamına rağmen yapılan önemli çalışmalardandır. Zor şartlar altında bu tür yayınların yapılabilmiş olması, müzenin bilimsel kararlılığını ve sorumluluğunu göstermektedir.

Cumhuriyet Öncesi Son Yayınlar ve Yeni Dönem

Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılmasının ardından başlayan Kurtuluş Savaşı sırasında bile müzedeki çalışmalar durmamıştır. Osman Hamdi Bey’in kardeşi ve yeni müze müdürü olan Halil Edhem [Eldem] Bey, 1923 yılı başında “Âsâr-ı Atika Müzesi Meskûkat Koleksiyonları” adlı kataloğu yayımlamıştır.

Bu çalışmanın önsözünde Halil Edhem Bey, müze yayınlarının artık yeni bir isimle devam edeceğini belirtir. Daha önce “Neşriyât-ı Müze-i Hümayun” adıyla süren yayınlar, bundan böyle “İstanbul Âsâr-ı Atika Müzesi Neşriyatı” ismiyle yayımlanacaktır.

Osmanlı’da Müzecilik ve İlk Katalog Yayınları

0

1891 yılında açılan yeni Müze-i Hümayun’un (İmparatorluk Müzesi) ilk katalogları, dönemin tanınmış Fransız arkeologlarından André Joubin tarafından hazırlandı. Bu kataloglar, “Luhud ve Mekâbir-i Atika Kataloğu” ile “Âsar-ı Heykeltraşi Kataloğu (Kadim Yunan, Roma, Bizans ve Frank Devirleri)” başlıklarıyla 1893 yılında hem Osmanlıca hem de Fransızca olarak yayımlandı. Bu eserler, ilerleyen yıllarda çeşitli defalar yeniden basıldı 1925 Yılında Başlayan Yeni Yayınlar.

İlk İslami Sikke Kataloğu

Yine 1893 yılında, İsmail Galib Bey’in hazırladığı ve Müze-i Hümayun’un İslami paralar koleksiyonunu ele alan “Meskûkât-ı Türkmâniye Kataloğu” yayımlandı. Bu katalog, özellikle Türkmânî paraları tanıtmaktaydı ve bir yıl sonra Fransızcaya çevrilerek yeniden basıldı.

İslami Sikke Yayınlarının Devamı

1894 yılı Eylül ayında İsmail Galib Bey’in “Meskûkât-ı Kadime-i İslâmiye Kataloğu” adlı eserinin ikinci bölümü yayımlandı. Bu eserle birlikte müzede bulunan toplam 940 İslami sikke tanıtıldı. Ardından, Himyeri ve Palmire uygarlıklarına ait eserlerin kataloğu hazırlandı ve Fransızca olarak basıldı Turkey Customized Sightseeing.

Yeni Yayınlar ve Uluslararası İşbirliği

1897 yılında “Âsâr-ı Himyeriyye ve Tedmürîye Kataloğu” yayımlandı. 1898 yılına gelindiğinde, müzenin önemli yayınlarından biri daha hayata geçirildi. André Joubin’in, Çinili Köşk’te sergilenen eserleri içeren “Bronzes et Bijoux” adlı katalogda, 284 eser tanıtıldı.

Aynı yıl içinde çivi yazısı uzmanı M. Viscent Scheil’in hazırladığı ve 932 eseri tanıtan “Monuments Égyptiens” adlı çalışma yayımlandı. Bu eser 1900 yılında Mehmed Vahid Bey tarafından Osmanlıcaya çevrilerek “Âsâr-ı Mısriyye Kataloğu” adıyla basıldı. Eserin önsözünü ise dönemin müze müdürü Osman Hamdi Bey yazdı. Hamdi Bey, bu önsözde, Sultan II. Abdülhamid’in emriyle o güne kadar toplam 10 katalog hazırlandığını belirtti.

Yeni Baskılar ve Yeni Katkılar

1898 yılında, Joubin’in 1893’te yayımladığı “Monuments Funéraires” isimli eseri tekrar basıldı. 1900 yılında da hem Mehmed Vahid Bey’in çevirisi hem de Joubin’in “Luhud ve Mekâbir-i Atika Kataloğu”nun ikinci baskısı yayımlandı.

İsmail Galib Bey’in Oğlundan Yeni Bir Katalog

Aynı yıllarda, İsmail Galib Bey’in oğlu Mehmed Mübarek, babasının yolundan giderek “Meskûkât-ı Kadime-i İslâmiye Kataloğu – Kısm-ı Sâlis” adlı yeni bir katalog hazırladı. Bu eserde Cengiziyye, İlhanlılar, Celâyirliler ve Kırım Hanlığı sikkeleri tanıtıldı. Ayrıca, eserde bibliyografya, basım tarihleri, darp yerleri ve monogram listeleri gibi teknik bilgiler de yer aldı.

Ahmet Tevfik Bey ve Dördüncü Katalog

1903 yılında ise İslami sikke uzmanı Ahmet Tevfik Bey, “Meskûkât-ı Kadime-i İslâmiye Kataloğu – Kısm-ı Râbi” adlı çalışmasını yayımladı. Bu katalogda Türkistan hükümdarları, Horasan ve Irak Selçukluları, Anadolu Beylikleri, Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletlerine ait toplam 1072 sikke tanıtıldı.

İmparator Justinianos ve Nika Ayaklanması

0

İmparator Justinianos, 527 yılında Doğu Roma (Bizans) tahtına geçtikten sonra, Konstantinopolis’te çeşitli sosyal ve siyasi karışıklıklar yaşanmıştır. Bu dönemde halk arasında siyasi ayrımcılıklar belirginleşmiş, bu da büyük bir halk hareketine zemin hazırlamıştır. 532 yılında çıkan Nika Ayaklanması, halkın yöneticilere karşı duyduğu öfkenin açık bir göstergesi olmuştur.

İsyan sırasında sarayı terk etmeyi düşünen Justinianos, eşi Theodora’nın cesurca uyarısı ile kararından vazgeçmiş ve tahtta kalmaya devam etmiştir. Bu kararlılığı sayesinde isyan bastırılmış ve imparatorluk güçlü bir şekilde yoluna devam etmiştir Fetihten Önce Konstantinopolis.

İmar Faaliyetleri ve Ayasofya’nın Yeniden İnşası

Justinianos’un en önemli icraatlarından biri, imparatorluk genelinde başlattığı geniş kapsamlı imar faaliyetleri olmuştur. Hem şehirleri güzelleştirmiş hem de halkın güvenini yeniden kazanmıştır. Dönemin tarihçisi Prokopios, bu çalışmaları Yapılar adlı altı kitapçıkta toplamıştır. Bu kitapçıkların ilk bölümü, Konstantinopolis ve çevresindeki yapıları kapsamaktadır.

Nika Ayaklanması sırasında büyük zarar gören, Konstantinopolis’in sembol yapısı Megale Ekklesia (Büyük Kilise) yani bugünkü adıyla Ayasofya, Iustinianos döneminde baştan sona yeniden inşa edilmiştir. Ayasofya, Roma’nın anıtsal mimarisi ile Helen dünyasının teknik bilgisinin birleşimi sonucu ortaya çıkan, Hristiyan dünyasının en büyük mimari başarılarından biri sayılmıştır Customized Sofia City Tours.

Ayrıca Aya İrini Kilisesi’nin onarımı, Augustaion Meydanı’ndaki Iustinianos’un bronzdan yapılmış atlı heykeli ve birçok kamu yapısı da bu dönemin eserlerindendir. Tüm bu yapılar, Bizans’ın görkemini ve dini gücünü yansıtmıştır.

Felaketler Dönemi Veba, Depremler ve Savaşlar

yüzyılın sonlarına doğru Bizans İmparatorluğu, veba salgınları, depremler ve savaşlarla zor bir döneme girmiştir. Bu olaylar sadece halkı etkilemekle kalmamış, aynı zamanda imparatorluğun mali gücünü de sarsmıştır. Sasani Persler ile yapılan savaşlar, Konstantinopolis’in surlarına kadar gelen tehditlerle sonuçlanmıştır.

Bu zorlu dönemde Arap akınları da başlamıştır. Araplar, Bizans’ın zayıflamasından yararlanarak Yakın Doğu’da hızla ilerlemiş ve bu bölgelerde Hristiyan nüfusu etkileyerek dini yapıyı da etkilemiştir.

İkonoklazma Dönemi (726–842)

Bu dönemin bir başka önemli olayı da İkonoklazma (resim kırıcılık) hareketidir. 726 yılında başlayan bu dini tartışmalar, 842’ye kadar sürmüştür. İkonoklazma döneminde, özellikle kiliselerde yer alan figürlü dini resimler (ikonalar) yasaklanmış, bu görüntüler kazınmış ya da tamamen yok edilmiştir. Taşınabilir ikonalar ve dini yazmalar da bu dönemde yakılmıştır.

Bu dönemde sanatta figür yerine haç motifi, geometrik desenler, hayvan ve bitki motifleri kullanılmaya başlanmıştır. Örnek olarak, Aya İrini Kilisesi’nin apsisinde yer alan mozaik haç, bu anlayışın en dikkat çekici uygulamalarından biridir.

Justinianos dönemi, hem siyasi hem mimari hem de dini açıdan Doğu Roma İmparatorluğu’nun dönüm noktalarından biri olmuştur. Nika Ayaklanması gibi büyük tehditler karşısında alınan cesur kararlar, önemli yapılarla güçlendirilen kent dokusu ve uzun süren dini tartışmalar, Bizans’ın tarihine damga vurmuştur. Ayasofya ve Aya İrini gibi yapılar ise bugün hâlâ bu büyük mirasın en güçlü sembolleridir.